Bu dilden dile dolaşan efsane saray bir gün İstanbul’da sultan Abdülmecid’in kulağına gider.
“-Bizim ki İstanbul’a başımızı sokacak doğru dürüst bir evimiz yok bu ne biçim saraydır ki ünü buraya kadar gelür, bu paşa kim ola ki böyle bir saray yapturur?” demiştir. Gerçekten İstanbul’da Topkapı’nın dışında oturulacak ve misafir ağırlanacak bir saray yoktur. Ahşap saraylar eskimiştir. Saraylar bu tarihten sonra yapılmaya başlanacaktır. İlk olarak, Ünye’deki sarayın yandığı yıllarda yani 1848-50 Dolmabahçe sarayının yapımına başlanır.
Sarayın sultanın üzülmesini istemeyen işgüzarlar tarafından yakıldığı sanılmaktadır...
Saray 1855 yılı bir Ekim ayında rüzgarlı bir gecede mutfakta çıkan bir yangın nedeniyle birkaç saat içinde kül olmuş içinden hiçbir şey kurtarılamamıştır. Yangın karşı tarafta bulunan ahırlara ve depolara sıçramış oldukça çok sayıda at, öküz, inek koyun, yanarak can vermiştir. Tüm erzak da dahil her şey çok kısa zamanda yanıp kül olmuştur. Alt katlarda bulunan yaşlı hizmetkarlardan, hastalardan ve çocuklardan olmak üzere yirmi kadar da insanın yandığı veya dumandan boğulduğu rivayet edilmektedir.
Sarayın üst katlarının ahşap olması, odaların tavanlarındaki, duvarlardaki ve ağaç kısımlarının bezemesi için boya kullanılması yangını hızlandırmıştır.
Yangın nedeniyle gökyüzü kıpkırmızı olmuş bu kırmızılık Samsun’dan Ordu’ya kadar görülmüş ve denizden geçmekte olan yelkenli gemiler tarafından hayret ve şaşkınlıkla izlenmiştir.
Sarayla beraber sağında ve solundaki Paşaya yakın ve komşu olabilmek için yapılmış erkan ve eşraf konakları da tutuşmuş onlar da kurtarılamamıştır. Rüzgarın etkisi ile çok uzaklara savrulan yanan tahta parçaları ve kıvılcımlar Ünye içinde ve yakın köylerde başka yangınlara da sebep olmuş, harmanda toplanan ürünler, mısırlar ve buğdaylar ot yığınları ve bazı ahşap evler tutuşarak yanmış o gece ve ertesi gün Ünye ve civarında tam anlamıyla bir felaket yaşanmış hayvan ve insan zayiatları olmuştur.
Sarayda yangın esnasında Süleyman Paşa’nın kendisinden sonra Trabzon valisi olan oğlu Osman Paşa’nın annesi Erbaa’dan İçerlioğlu kızı Safiye Hanım oturuyordu, yaşlı ve hasta idi, bundan başka, daha sonra Ünye Sancak Beyi olacak torunu olan Nuri paşa ve aile efradı oturmakta idi. Safiye Hanımın kurtarılamadığı ve dumandan boğularak öldüğü anlatılmaktadır. Etraftaki su kuyularından, sarayın sarnıcından ve denizden alınan su alevlere karşı koyamamış, o gecenin fırtınalı olması yangının çevre konaklara ve ahırlara sıçramasına neden olmuştur.
Bu yangından sadece duvarlar ayakta kalmıştır. Bir de apartmanların arasında sıkışıp kalan çeşmesi. Buraya bir daha uzun yıllar bina yapılmamıştır. Paşabahçe olarak şehrin ortasında yemyeşil kalmıştır. Ellili yıllarda okullar yılsonu pikniğine öğrencileri buraya getirirlerdi. Burada atmışlı yılarda bir de yazlık sinema yapılmıştı. “Paşabahçe Yazlık Sineması”.. Bu sinemanın çocukluk anılarımızda çok önemli yeri vardır.
Daha sonra burası da apartmanların istilasına uğradı, beton bloklar paşanın bahçesini yuttu.
Sarayın, yangından kurtulan hamamı, uzun yıllar “Saray Hamamı” adı altında hizmet verdi. O da gelişen teknolojiye yenik düşerek atmışlı yıllarda faaliyetini durdurdu. Şimdi apartmanların arasında sonunu beklemektedir.
Burası betonlaşmadan önce bir araştırma yapılamadı. Bu yazdıklarım dışında elimizde saray hakkında başka bilgi yoktur.
Bu bir bilimsel bir çalışma değildir. Daha iyisi yazılana kadar şimdilik bununla yetinmek zorundayız.
Osman Doğan’ın “Karadeniz de Bir Boğaziçi” adlı eserinde saray ile ilgili bir not vardır. “Yangınından kurtarılan tahtalar ağaç kısımlar ve bazı taşlar, paşanın Bolaman’da yaptırdığı başka bir konakta ve sarayın yerine yapılan binalarda kullanılmıştır. “
Gelecek hafta:
Haznedarzade Süleyman Paşa kimdir?
Nereden ve nasıl Ünye’ye gelmişlerdir?.
İki yüz yıl Canik Bölgesini yöneten bu aile aslında Behram Beyle başlamakta olup, Gürcistan’dan gelmişlerdir. Aileden çok sayıda paşa, vali, sancak beyi, bir kadın şair, bir erkek şair, milletvekili, üst düzey bürokratlar çıkmıştır. Samsun’dan Trabzon’a kadar hemen her yerde hamam, okul, cami, çeşme, kütüphane gibi hayır işleri yapmışlardır. İlerideki sayılarda Süleyman Paşanın torunları olan Şair Fitnat Hanım’ı ve Şair Mazhar beyi ayrıca inceleyeceğiz.
yasar.karaduman@gmail.com